İmamın aldığı maaş nasıl helal olabilir?
Dedim ki: “Bu kalem bir liradır. Bir trilyona imza atacağı zaman fiyatı bir lira değildir ama… O zaman bir trilyon eder! Yüz trilyona imza atacağın zaman başka kalem de yoksa kalemin fiyatı yüz trilyondur!”
Eğer bugün diyanetten, laik devletin diyanetinden maaş aldıkları halde, sadece namaz kıldırıp namazdan sonra camiyi terk eden imamlar yüzünden benim dinimin emri bil marufu, nehyi anil münkeri yapılmıyor da camilerin altlarında bile piyango biletleri satılıyorsa, meyhaneler açılıyorsa, insanlar caminin bahçesinden oturup da ezan okunduğu halde camiye gitme ihtiyacı hissetmiyorsa, buna rağmen imamların uykuları kaçmıyorsa ve aldıkları maaşı helal zannediyorlarsa ben kaçırmam bu fırsatı…
Yani ben imam olmadığım halde, müezzin olmadığım halde, vakıf başkanı olmadığım halde, benim bir liralık değerime Allah bu asırda bir trilyon yüklediyse, kaçırmam bu fırsatı... Bir kişinin hidayetine vesile olurum, bir kişiyi haramdan kurtarırım, bir kişiyi sabah namazına başlatırım; Rabb’imin huzuruna Halid bin Velid gibi çıkarım ben o zaman.
Din böyle bir din arkadaşlar. Ama ben de “Uzmanlaşma zamanındayız kardeşim! Ben nasıl ekonomi okudum, o da ilahiyat okumuş. Herkes işini yapsın!” dersem, herkesin işi dinden kaçmak olur o zaman. Herkes kendine bir kılıf bulur. İmam da ne diyor zaten, “Devlet bana bunların peşinden git demedi ki; ezan okudum gelselerdi…”
Bir imam ziyaretime geldi, daha doğrusu on beş imam toplanmışlar, ziyaretime gelmişler. Bir konuşmamda imamlara sataştığım için hem beni tebrik edecekler hem de hesaba çekecekler. Öyle gelmişler; oturduk, çay içtik, muhabbet ettik. Dedim ki: “Hoca efendiler, nasıl durumlar?” anlattılar işte şöyle böyle… Güzel muhabbet ettik. Ama böyle diş biliyorlar, sonunda puntosuna getirip “Sen imamlarla niye uğraşıyorsun?” diyecekler. Gayelerinin bu olduğunu sonra anladık. Dedim: “Arkadaşlar, bir soru sormak istiyorum. Sizce bir imam beş vakit namazı camide hangi hatalarla kıldırırsa maaşı helal olmaz. Dediler ki işte, bir sürü cevaplar verdiler; tadil-i erkana uymazsa, abdestsiz namaz kıldırırsa… Yani mesela dedim, “Abdestsiz namaz kıldırırsa ne olur?” “Müslümanların namazını Allah ondan sorar.” dediler. “Emin misiniz?” dedim. “E hocam bundan şüphe mi ediyorsun?” dediler. Biri dedi ki: “Sen ne diyeceksin onu de! Sen böyle boşuna sormuyorsun bu soruyu.” dedi. Dedim, “Arkadaşlar, her halde size camide abdestsiz namaz kıldırırsanız Allah bunu sizden sorar mı diye soracak kadar boş bir adam değilim. Camiye gelenlerin namazını boşa çıkarırsanız Allah soracak da camiye gelmeyenlerin namazını benden mi soracak? Sizin mahallenizde Allah’ın sizden soracağı şey, camiye gelenler midir? Kime soracak Allah? Yüzde sekseni camiye gelmiyordu bu mahallenin, yüzde sekseninin hesabını kimden soracak? Maaşı sen alıyorsun, hesabı ben mi vereceğim?..”
Her biri de Konya’nın bir küçük kasabasından gelmişler, her biri küçücük bir kasaba zaten. Toplanmışlar. Çok güzel sohbet ettik, sonra helalleştik, göz yaşıyla ayrıldılar, ben de duygulandım. Çok teşekkür ettiler bu ikazımdan. Yani “Tamam hocam.” dediler. “Muhakkak istişare edeceğiz, görüşeceğiz.” dediler. Sonra hakikaten aradılar, bir iki konuda nasıl ne yapabiliriz diye…
Şimdi arkadaşlar, imamlar bile sadece gelen ihtiyarların görevlisi addediyorlar kendilerini. Gelmeyenleri kimden soracak Allah? Sen namaz kıldırma görevlisi değilsin bir defa; ümmetin hizmetkarısın. Ya da diyelim ki kabul ettim namaz görevlisisin; kardeşim aboneni arttır ya! Müşterini arttır! En azından müşteri gözüyle bak cemaate. “Bu caminin müşterisi artsın.” de. Demek ki imamların bile bu noktaya kendilerini kaydırdıkları bir zamanda, bir genç ekonomi okuduğu, hukuk okuduğu halde veyahut da filan dil fakültesinde okuduğu halde, tıp okuduğu halde “Hem mesleğimi icra ederim hem de dinimin hizmetkarı olurum.” dediği zaman Allah ondan razı olmayacak da kimden razı olacak? Onun Selimiye Camii’ne imam olması gerekmiyor ki; ümmetin önünde bir imam da odur zaten…