Hasan Efendi Hocamız, on yedi ay önce: “Râbıta Mahmûd Efendi Hazretleri’ne devam edecek, değişen bir şey yok” dediği halde, bundan altı ay önce kadınlara ders tâlîm ederken ve hiçbir soru yokken “Hasan Efendi'ye de olur, hiçbir sıkıntı yok” diyen İbrahim Serdar Hoca’dan ders değişmeye kadın kız gönderilmesin!
Şimdi de Mekke Haremi’nde ve haram ayda video çekip: “Ben böyle bir şey demedim, ancak zorlananlara dedim” diyerek râbıta gibi ciddî bir konuda hilâf-ı hakîkat beyanları pervasızca sarfeden bu gibi hocaların zararı faydasından daha fazla olacağı için bunların derslerinden uzak durup, bu konuda kendilerinde şâibe olmayan ve Efendi Hazretleri’mizin râbıtasına bağlı olan diğer vekillere mürâcaat icap eder.
Nitekim ses kaydında açıkça duyulduğu üzere; orada zorlandığını ifade eden bir kimse bulunmadığı gibi ses kaydında bir kesinti de yoktur.
İsmailağa merkezin vekillere gönderdiği kağıttaki dip notta geçen: “zorlanan” ifadesini teşmîl ederek bunu herkes hakkında kullanan bazı vekiller bu konuyu çok kötü şekilde istismâr etmiş, sonra yaptıkları bu ifsâd bir şekilde açığa çıkınca, zorlanan kimseyle alâkalı olmadığı halde: “Ben zorlanan için söyledim” demişlerdir. İşte bu gibilerin ne ilmine, ne sohbetine, ne de fetvâsına itimâd edilemez. Zira sahîh hadîs-i şerîflerde müminin her günaha bulaşabileceği ama yalana tevessül etmeyeceği açıkça ifâde edilmiştir.
Zorlanan için istediğine râbıta yapmak câiz midir? Sorusunun cevabına gelince; tasavvufta böyle bir şey asla câiz olmaz. Bu takdirde bir mürîdin, gözünün önüne gelen ve gitmeyen herhangi birine râbıta yapmasının câiz olabileceği gündeme gelir ki bunu aklını zâyi edenler dışında kimse söylemez. Başına böyle bir hal gelen mürid ne yapacaktır? Bu hal kendisinden kayboluncaya kadar derslerde ayna râbıtası yerine tezekkür-i mevt (ölümü düşünme) râbıtasını tercih edecektir. Zaten Efendi Hazretleri’mizin: “Su mecrâsını bulur” sözünden de anlaşılacağı üzere; su bir zaman yana bele sapsa da sonunda hakîkî akış noktasını bulur.
Eğer Hasan Efendi Hocamızın kendisine gelip zorlandığından şikâyet eden bir kişiye: “Kendini zorlama” sözünden, ona râbıta yapılma izni çıkarılacak olsaydı o zaman -hâşâ- Mahmud Eren’e de râbıta yapmanın câiz olduğu düşünülebilirdi. Nitekim kendisi İsmailağa’daki eski tefsir odasında yapılan bir ulemâ toplantısında: “Bir talebe bana râbıta yapıyormuş, bunu duyunca Efendi Hazretlerine gidip: ‘Talebemden birinin bana râbıta yaptığını duydum, zor kullanıp onu caydırayım mı?’ dediğimde bana: ‘Zorlama, su mecrâsını bulur’ dedi” diye anlatmıştı. Bunun şâhitleri de mevcuttur. Şimdi Efendi Hazretleri’nin bu sözünden -hâşâ- “Mahmud Eren’e râbıta câizdir” hükmünü çıkaracak kadar aklî seviyeleri sıfırın altında bilmem kaç derece olanlar varsa işte onlar Hasan Efendi Hocamızın: “Zorlama” sözünden de -hâşâ- kendisine râbıtaya izin verdiğini çıkarabilirler. Ama onların bu çıkarımları vebâl olarak iki cihanda kendilerine döner.
Dolayısıyla hak meydandadır, artık yalan yanlış konuşmalar yapıp sonra da takiyye ve nifâk yolunu tercîh edenlere bir abi şefkatiyle tavsiye ediyorum ki; âhirette Efendi Hazretleri’nin yüzüne nasıl bakacaklarını iyi düşünsünler ve yol yakınken bu bâtıldan tevbe etsinler.
İsmailağa merkezin yaptığına gelince; onların attıkları dipnot ile istismara yol açmalarından dolayı veballeri yok mudur?! Elbette çoktur! Mahmûd Efendi Hazretleri’mize âit olan makamlardan ne kapabiliriz mantığıyla hareket edip her gün yeni bir şey ortaya atarak hırsızlık yoluyla zengin olacağını sananlara benzeyenler şunu iyi bilsinler ki; yakında ellerinde olanı da kaybedeceklerdir. Zira tasavvuf proje işi değildir, bereket işidir. Genel manada ümmetin feyz ve bereket kaynağı 55 sene daha bu yüzyılın müceddidi olması hasebiyle ancak Mahmûd Efendi Hazretleri’mizdir. Onun tarîkatına müntesib olanlar hakkında ise yine onun: “Benim nisbetim Hazret-i Mehdî’ye ulaşacak” şeklindeki beyânı vechile; onun râbıtasıyla Hazret-i Mehdî’ye kadar vâsıl olacaktır.
Yüce Rabbimiz cümle ihvânın râbıtasını Mahmûd Efendi Hazretleri’mizde tevhîd eylesin, ihvân-ı kirâmı ifsatçı vekillerin kötü telkînlerinden muhâfaza eylesin. Âmîn!