Köylüye âid bir kanûnu, hükûmet, doğruca köylüye göndermez. Çünki, köylü okuyabilse bile, anlıyamaz. Bu kanûn önce, vâlîlere gönderilir. Vâlîler, iyi anlayıp, îzâhını ekliyerek, kaymakamlara, bunlar da dahâ açıklayarak, muhtârlara anlatır. Muhtâr, yalnız okumakla anlıyamaz. Muhtâr da, ancak, köylü dili ile, köylüye söyler. İşte, Kur’ân-ı kerîm de, ahkâm-ı ilâhiyyedir. Kanûn-ı rabbânîdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde kullarına se’âdet yolunu göstermiş ve kendi kelâmını insanların en yükseğine göndermişdir. Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, yalnız Muhammed “aleyhisselâm” anlar. Başka kimse, tâm anlıyamaz. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, ana dili olarak arabî bildikleri, edîb ve belîğ oldukları hâlde, ba’zı âyetleri anlıyamaz, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” sorarlardı.
Kur’ân-ı kerîmin hakîkî ma’nâsını anlamak, öğrenmek istiyen bir kimse, din âlimlerinin kelâm ve fıkh ve ahlâk kitâblarını okumalıdır. Bu kitâbların hepsi, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden alınmış ve yazılmışdır. Kur’ân tercemesi diye yazılan kitâblar, doğru ma’nâ veremez. Okuyanları, bunları yazanların fikrlerine, düşüncelerine ve maksadlarına esîr eder ve dinden ayrılmalarına sebeb olur.