ADNAN OKTAR: Bakın ne diyor Bediüzzaman; “Elbette âhir zamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi” yani Kuran’ı “ve hakikat-ı Furkaniyeyi” Kuran’ın hakikatlerini “ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.)” Peygamberimizin (s.a.v)’in Kuran’ı yaşamasını “ihya ile” İhya ne demek? Mükemmelleştirmek, “ilân” radyolardan, televizyonlardan, gazetelerden ilan etmek ile “icra” fiilen uygulama “ile, başkumandanları olan” bütün Müslümanların başkumandanı. Şahs-ı maneviden başkumandan olur mu? Bakın, “başkumandanları olan büyük Mehdî’nin” şahs-ı manevinin demiyor, burada alenen tek bir şahıstan bahsediliyor. Çünkü başkumandanlık yapacak. Şimdi Genelkurmay Başkanı şahs-ı manevi mi? Genel Kurmay Başkanı diye birisi var, değil mi? Cumhurbaşkanı şahs-ı manevi mi? Cumhurbaşkanı var. Bediüzzaman ne diyor; “Başkumandanları olan” diyor. Burada birden bire anlam değişikliği olmaz. Başkumandan Başkumandandır. “kemal-i adaletini hakkaniyetini” bakın neymiş? Adalet ve hakkaniyet. Müslüman neyi vurgulayacak? Şiddeti, dehşeti değil, hakkaniyeti ve adaleti. Şefkatle, merhametle ve sevgiyle uygulayacak, “dünyaya göstermeleri” bütün dünyaya göstermeleri; Pakistan, Hindistan, Amerika’da, Rusya’da “gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır” diyor Bediüzzaman. Mutlaka olması gereken ve olacak olan bir durumdur diyor. Ne? “Büyük Mehdi’nin kemal-i adaletini dünyaya göstermesi.” (Şualar, s.509-510) Şahs-ı menvi demiyor bak, “büyük Mehdi’nin kemal-i adaletini dünyaya göstermesi.
Bakın, “büyük Mehdînin çok vazifeleri var” diyor, şahs-ı manevi demiyor, “ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi, her bir asır, me'yusiyet vaktinde kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdî’ye veyahut Mehdî’nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan, rahmet-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdî âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Meselâ, siyaset âleminde Mehdî-i Abbâsî ve diyanet âleminde gavs-ı âzam” bak hiçbiri şahs-ı manevi değil, hepsi şahıs bunların, “ve şâh-ı nakşibend” bu da şahıs. Birdenbire Hz. Mehdi (a.s)’a gelince, ibreleri ters dönüyor. Olmaz. “ve aktâb-ı erbaa ve on iki imam” bunlar hep şahıs, “gibi büyük Mehdî’nin bir kısım vazifelerini icra eden zatlar dahi,” zat, zatlar, “Mehdî hakkında gelen rivâyetlerde, medâr-ı nazar Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan” bakın medar-ı nazar; seçkin nazar, sevilen nazar, bakış açısı, “rivayetler ihtilâf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: ‘Eskide çıkmış.’ Yani Hz. Mehdi (a.s) eskiden çıkmış. “Her ne ise... Bu mesele Risale-i Nur'da beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki: Dünyada mütesanit hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, âl-i beytin hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.” En büyük ekip hakikaten seyyidler cemaati şu an. Milyonları buluyor dünyada. Hiçbir kavim, hiçbir aile, aşiret, topluluk bu sayıda değil. Millet değil ama aşiret topluluk. Böyle bir kabile yok.
“Evet yüzer kutsi kahramanları yetiştiren ve binler manevi kumandanları ümmetin başına geçiren” kumandanı ne yapıyormuş? Ümmetin başına geçiriyormuş. Şahs-ı manevi değil. “Kumandanları ümmetin başına geçiriyor” diyor şahs-ı manevileri değil. “..ve hakikat-i Kur'aniyenin mayası ile ve imanın nuriyle ve İslamiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Ali Beyt, elbette ahir zamanda şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-i Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (s.a.v) ihya ile ilan ve icra ile başkumandanları olan..” Burada ne diyor üstte; “Ümmetin binler manevi kumandanları ümmetin başına geçiren.” Bu kumandanları saymış. Şahs-ı manevi olarak değil. Başkumandanları olan bürük Mehdi’nin” görevi ne Mehdi’nin? Başkumandanlık. "Büyük Mehdi"nin kemal-i adaletini” mükemmel adaletini, “ve hakkaniyetini..” Yani şefkatli, koruyucu, hakkaniyetli tavrını, “dünyaya göstermeleri” Türkiye’ye demiyor. İslam alemine demiyor, “bütün dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır” diyor Bediüzzaman. (Şualar, 456)